Ana içeriğe atla

KAKTÜS

   


 Bugün yine cam kenarındayım. Gün doğuyor, karanlık çöküyor. Günler birbiri ardına geçerken bir gece daha duruyorum cam kenarında. Seyrediyorum karanlığı. Ay büyüleyici güzelliğini bulutların arkasında saklıyor. Bulutlar ise onun güzelliğini göstermek istiyormuşçasına birbiri ardına kayıyor. Koyu gökyüzü onun güzelliğini herkese göstermek için daha da kararıyor bu gece. Ve ay, canlıymışçasına gözlerini dikmiş beni izliyor. Yüzüne mahzun bir ifade asılı. Işığı bedenimi aydınlattığında içimi aynı ifade kaplıyor. Yalnızlığını hissediyorum yalnızlığımda.

     Gözlerimi indirdiğimde evimin sokağına, yaklaşan iki karaltı görüyorum aynı boylarda. Sıkıca giyinmişler. Elleri ceplerinden çıkmıyor. Duman çıkıyor tepelerinden, ikisinin de göğsü inip kalkarken. Omuzları sanki birbirine kavuşmak istercesine sıkı.

     Bahçe kapısının yanına geldiklerinde hafiften aydınlanıyor yüzleri. Kadın, beresinin altından dökülen saçlarını omuzlarından geriye atıyor ve aynı hızda ellerini tekrar ceplerine saklıyor. Adam ise soğuk havaya aldırmadan çıkartıyor ellerini. Bir cerrah gibi başlıyor kullanmaya. Karanlıkta, sokak lambasının kirli ışığında, görmeye çalışıyor içindekileri paslı kutunun.

     Kadın, ayaklarının altında birikmiş karı adamın arkasında ezerken yağan kar onları saklamak istiyor gibi sık bir şekilde düşüyordu karanlıkta. Nihayet elleri tekrar boşluğa çıktığında, adam kadına dönüyor ve kısa süre sonra yan yana geldikleri yolu tekrar adımlıyorlar. İnsanların atıkları arasında kendilerine birşey bulamamanın büküklüğü var sırtlarında. Ama insanların çoğunda olmayan birşeyi yüreklerinde barındırdıklarını hissetiriyorlar bana. Saçları omuzlarına dökülen kadın iyice sokuldu adama. Adam ise ceplerinde henüz ısıtamadığı elinin birini çıkartarak sarıyor kadını koluyla.

     Karanlıkta kayboluyorlarken, ay yine saklandı bulutların ardına. Görmek mi istemiyordu insanın bu çaresizliğini? Ben görmek zorundaydım önümdeki bu gerçeği. Görmek ve duymak. 

     Karaltı şeklinde gelip karaltı şeklinde kaybolan çiftin ardından mutfağın kapısı açılıyor. İçeri giriyorlar. Ocakta kaynayan suyun fokurtularına onların sesi de ekleniyor. Birden canlanıyor çevrem. Kar usul usul yağıyor. Mutfağa kahvenin keskin kokusu doluyorken iki bardaktan buharlar yükseliyor.

     Anlatmak istiyorum gördüklerimi ona ama konuşamıyorum. Burda böylece durmak zorundayım. Gerçi, anlıyordu o, insanlığın çivisinin çıktığını. Sefalet ve varlık terazisinin iki yanına yığılan dünyayı. Çizginin hangi tarafının ağır bastığını da biliyordu. 

     Kısa bir sohbetti ettikleri yanımda. Dumanı tüten kahvelerini yudumlayıp ayrıldıklarında, artık sesleri buğulu geliyordu kulaklarıma. Ardından buğulu seslere eşlik eden televizyonun mırıltısı. Sessizlik çöküyor bir süre sonra. Çok sürmeyen bir sessizlik. Geceyi yırtan bir ses yükseliyor birden. Çatıda birikmiş kar yığınının sesi. Ardından bir otomobilin hırıltısı. Aynı sokak lambasının aynı kirli ışığında. Soldan hızla inen adam ve diğer yandan adımlarını beyaz zemine korkuyla basan kadın. Havaya kalkan bir el ve korku yüklü bedenin yüzüne inen acı. Boğuşma. Bağrışma. Ne dediklerini anlayamıyorum. Seslerini siliyor önümdeki pencere.

     Birden bir parıltı yarıyor gecenin karanlığını. Sonra kayboluyor kadının bedeninde. Tekrar göründüğünde kırmızı bir parıltıya dönüşüyor gördüğüm kadının gözleri önünde. Adam, bir daha hapsediyor parıltıyı kadının bedeninde. Tekrar, tekrar, tekrar... 

     Korku yüklü beden yerini acıya bırakıyor. Yığılıyor yere kadın. Adam ise hızla otomobiline biniyor ve uzaklaşıyor bahçe kapısının önünden. Uzaklaşırken sokak lambasını deviriyor. Sarı ışık titreyerek sönüyor. Karla kaplı zemini bir tuval gibi boyuyor kan. Buhar yükseliyor kıvrım kıvrım. Kadın hareketsiz yatıyor. Ay tekrar gösteriyor mahzun yüzünü karanlığın içinden. Ve kırmızının üzerinde tüm beyazlığıyla. 

     Hiçbir tepki vermiyor. Kim bilir, yüzünü gösterdiğinde kaç hayat gördü silinen yeryüzünden. Belki de ondan saklandı bulutların arkasına yeniden. Kapı sesi duyuyorum bir kez daha. Fakat öncekinden farklı. Evin dış kapısı bu çok sık açılmayan. Biraz sonra aşağıda göreceğim evimin sakinlerini. İnsan sürüsü kaplıyor kadının etrafını. Ahmet, eli kulağında hararetle bişeyler söylüyor telefona doğru. Hareketlerinden tahmin edebiliyorum sesinin tonunu. Koridorda geçirdiğim zamanlarımdan hatırlıyorum. Kapıya gelir aynı ses tonuyla konuşurdu. Merak ediyorum. Ambulans mı, polis mi aradığı? Kiminle konuşuyordu? Peki, benden başka gören oldu mu? Kalkan o eli, parıltısıyla karanlığı yırtıp kaybolan metal parçasını? 

     Bizimkileri görüyorum az sonra Ahmet'in yanında. Umarım kavga etmezler yine. Bir çok kez evin kapısından dönmüştü. Zor tutuyordu kendini kapısına dayanmamak için. Siteye huzur vermiyordu. Her şeye bir cevabı vardı. Doğru ya da yanlış. Neyseki misafirimiz vardı yanında. Sakin duruyor. Ama başını öte yana çevirişinden anlıyorum hissettiklerini. Mavi kırmızı ışıklar uzaktan görünmeye başladığında kadına bakıyorum tekrar. Tuvalde kırmızı bir göl ve üzerinde gümüşservi.

     Lacivert kıyafetliler çevredeki kalabalığı dağıtırken doktor olduğunu anladığım bir kadın tuvalin üzerindeki cansız bedenin yanıbaşında bir süre oyalanıyor. Görüş alanıma siyah bir otomobil girdiğinde ise evimin dış kapısı tekrar açılıyor. Tek başına girdiğini anlıyorum sessizliğinden. Misafir yok. Demek saat geç oldu. Neden şu mutfakta da bir saat olmazdı. Pencereye, yanıma geliyor. Dışarıyı, cansız bedeni ve kalabalığı izliyor; yüzünde acıma duygusunu ele veren bakışlar.

     Siyah otomobilden inen iki kişiyi inceliyor. Biri gecenin karanlığına meydan okuyan siyahlıkta saçlarıyla yerde yatan kadının yanında ayakta duruyorken onunla birlikte inen diğeri kadına doğru eğiliyor. Hareketleri ne kadar da tuhaf. Kimi zaman kadını kokluyor kimi zaman neredeyse yüzünü kadının bedenine değdiriyor. 

     Hemen sonra dikkatimin dağılmasına yol açan tuhaf adamın hareketleri değil de yanımdaki telefon konuşması oluyor.

     "Ahmet balkonda sigarasını içiyorken görmüş. Önce kavga etmişler. Adam kadını döverken penceresinin camını açmış. Ne olduğunu anlamak için. Konuşmalarının bir kısmını da o sayede duymuş. Sanırım kadın ayrılmak istiyormuş adamdan. 'Kadının sesi hâlâ kulaklarımda. Nasıl da çırpınıyordu bıçak darbelerinden kurtulmak için' diyor."

     Bir süre karşı tarafı dinlediğini anlıyorum. Ardından tekrar konuşuyor.

     "Bizim siteden biriymiş. Tanımıyorum kadını ama yalnız yaşadığını söylediler. İki blok arkada oturuyormuş. Evet, ölmüş kadın. Bir cana kıymak ne kadar da kolay baksana. Kala..."

     Tamamen uzaklaştığında sesini artık duyamıyorum. Tekrar geldiğinde telefonunu görmüyorum elinde. Pencereden beraber tekrar izliyoruz dışarıyı. Kar hızını arttırıyor. Lacivert üniformalıların bir kısmı şemsiyelerinin altına sığınmış ellerinde fenerleriyle etrafı inceliyor.

     "Boş yere" demek istiyorum. "Boş yere geziyorsunuz. Adam acımasızca öldürdü kadını. Ardından sadece uzaklaştı. Geride bir şey bırakmadan."

     Derken garip davranışlı adamın sokak lambasının çevresinde dolandığımı görüyorum. Neden sonra bir bağırış duyuyorum tepemde. Kararıyor gözüm. Devriliyorum beyaz fayansın üzerine. Dağılıyor toprağım. Bir küfür duyuyorum boşluğa savrulan. Ardından fayans üzerinde sürtünen toprağın sesi. Bedenimi saran yumuşak el beni tekrar pencere kenarına koyduğunda onlarca küçük ama zararsız dikenlerimi söküyor elinden. Söverek. Yüzünde küçük bir acıyla. Kadından farklı. Kadından canlı.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hazan - Polisiye Öykü

  Süzülerek ayrıldığı daldan uzaklaşan sararmış yaprakların toprakla kucaklaştığı bir gündü. Ayaklarının altında ezilen kuru yaprakların sesi yoldan tek tük geçen otomobillerin gürültüsünde kayboluyordu. Sarı bisikletiyle arkasından gelen kadının zil sesi irkilerek kenara çekilmesine neden oldu. Aslında kaldırımda bile değildi bisikletli kadın. İrkilmesine neden olan düşüncelerinin derinliğinde kaybolmuş olmasıydı.    Küçük bir su birikintisinden geçen tekerlekleri izledi bir süre. Ardından, tutunduğu bahçe çitinin ıslak tahtasından ayırdı ellerini. İzin verdi tekrar ayaklarının yaprakları ezmesine. Kimi kuru kimi yumuşak yapraklar. Tekrar daldı düşüncülerinin derinliklerine. Kaybolmaktan korkuyordu ve yalnız kalmaktan. Yıllar önce kaybettiği ailesinin ardından kimse kalmamıştı yanında. O hariç. Yüzüne bir gülümseme yerleşti, kırık. Bir rüzgar esti usulca arkasından. Soğuk, ensesinden bedenine hücum ederken ürperdi.    Yağmurluğunun başlığını geçirdi. Saçları göğsüne doğru dökülüyordu

306 - Polisiye Öykü

  Kar taneleri usulca yeryüzüne düşerken Nazım şömineye yeni odunlar ekliyordu. Tekrar yerine oturduğunda yanmaya başlayan odunların da seremonisi yavaşça yükseliyordu. Bu sesin kendinde oluşturduğu dinginliği seviyordu. Odunların çıtırtısıyla yüzüne yerleşen tebessümün ardından kurulduğu koltuğunda gözlerini yumarak bir süre göz kapaklarının oluşturduğu karanlıkta şöminedeki ateşi çizdi. Yüzünde ateşin sıcaklığını hissediyordu ve bu sıcaklık bedenini olduğu gibi zihnini de mayıştırıyordu. Neredeyse uyumak üzereydi. Aslında biraz uyumayı da istiyordu. Evinde dinlendiği az zamanlardan birini yaşıyordu. Ancak bu mutluluğu ve rahatlığı az sonra bozacak telefon sesini duyduğunda sinirleri gerilecekti.  Gözlerini açmadan cep telefonuna uzandı ve cevapladı. Karşıdan gelen ses her zamanki gibi telaşlıydı. Nazım bu ses tonunu seviyordu. Buket Başkomiser ne zaman bu tonda konuşsa gizemli bir olay onu bekliyor olurdu ve şuan ki rahatlığını bozmasına sevinçle izin vereceği tek şey çözülmeyi bekle