Ana içeriğe atla

Hazan - Polisiye Öykü

 

Süzülerek ayrıldığı daldan uzaklaşan sararmış yaprakların toprakla kucaklaştığı bir gündü. Ayaklarının altında ezilen kuru yaprakların sesi yoldan tek tük geçen otomobillerin gürültüsünde kayboluyordu. Sarı bisikletiyle arkasından gelen kadının zil sesi irkilerek kenara çekilmesine neden oldu. Aslında kaldırımda bile değildi bisikletli kadın. İrkilmesine neden olan düşüncelerinin derinliğinde kaybolmuş olmasıydı.

   Küçük bir su birikintisinden geçen tekerlekleri izledi bir süre. Ardından, tutunduğu bahçe çitinin ıslak tahtasından ayırdı ellerini. İzin verdi tekrar ayaklarının yaprakları ezmesine. Kimi kuru kimi yumuşak yapraklar. Tekrar daldı düşüncülerinin derinliklerine. Kaybolmaktan korkuyordu ve yalnız kalmaktan. Yıllar önce kaybettiği ailesinin ardından kimse kalmamıştı yanında. O hariç. Yüzüne bir gülümseme yerleşti, kırık. Bir rüzgar esti usulca arkasından. Soğuk, ensesinden bedenine hücum ederken ürperdi.

   Yağmurluğunun başlığını geçirdi. Saçları göğsüne doğru dökülüyordu. Dağınık, turuncu... Mevsimin renkleri ne kadar da yakışıyordu ona. Öyle söylemişti. Gerçek miydi benim için söyledikleri? Soğuk havayı ciğerlerine doldurdu. Yoksa güzel söz söylemek için söylenmiş bir kaç kelime miydi kurduğu bana? Düşüncelerini süslüyordu kelimelerin sahibi. Ben ne kadar yer alıyordum onun zihninde ya da yüreğinde? Bu sık sık kendisine sorduğu cevapsız bir soruydu.

   Sağından sıçrayan tekir, kaldırımın üzerinden ağaca tırmandığında gözleriyle ağacın ıslak kahverengi gövdesini takip etti. Sarı ve turuncu yapraklar bir çatı oluşturmuştu üzerinde. Gözlerini tekrar önündeki kaldırıma devirdi. Bir süre sonra evine vardığında aynı tekir kapının önündeydi. Kapı eşiğinde yağmurluğun başlığını açtı. Saçları, bir anlığına özgürlüğüne kavuşan kuşlar misali rüzgarda uçuştu.

   Kapıyı açıp adımını eşikten içeri atarken bacaklarının arasından tekirin dışarının soğuğundan sıyrılmasını izledi. Az sonra şömine rafından aldığı kibrit kutusundan çıkardığı ince dallardan biri odunları tutuşturmuştu. Ateşin bedenini ısıtmasını beklerken tekir gerinerek bacağına sürtündü ve minderine yerleşti. Neden sonra odun çıtırtılarını ve ona eşlik eden yağmurun sesini dinlemek için gözlerini yumdu.

   Zaman ilerledikçe penceredeki gecenin karanlığında asılı kara bulutlar ay ve yıldızları örtüyor, şöminede kıvrılarak yükselen alevler duvarları büyüleyici kızıllığıyla boyuyordu. Derin bir uykunun kollarına yorgun bedenini bırakmadan önce sadece onu düşünüyordu. Hayatını yaşanabilir kılan adamı. Vazgeçmişken hayattan, kendisini hayata döndüreni. Peki hâlâ öyle miydi? Yaşanabilir bir hayat mıydı ona bıraktığı?

   “Hayat, her şeye rağmen güzelliklerle dolu,” demişti üşümüş bedenini sardığı gece. Senden sonra güzellik kalır mı bu dünyada? Göz kapaklarının ardında çizdiği yüze buruk bir gülümsemeyle bakıyordu. Bir ara hafif araladığı titrek göz kapakları bulanık alevlerin arasında yine onun yüzünü göstermişti. Sonrası ise karanlık. Odayı aydınlatan renkler de dahil her şey kendini karanlığa teslim ettiğinde tek aydınlık, kızıllığını kaybetmeyen közlerin üzerinde belirip kayboluyordu. Yağmur damlaları ise süzülmeye devam ediyordu pencerenin soğuk yüzeyinde.

    Yine yalnız kalmıştı. Hayatın yaşanılır olduğunu söyleyen adam artık yaşamıyordu. Peki kendisi yaşıyor muydu? Tekir, soğuyan odada ısınabilmek için ev sahibesinin kucağına, bedenini sıcak tutan battaniyenin üzerine, yattığında zihnindeki cevapsız sorular da artık karanlığa gömülmüştü.

   Güneş gökyüzüne yükselirken şömine kül yığınıyla dolmuştu. Tok bir ses uykusunun içinde onu ele geçiriyordu. Kapı tokmağının sesiydi zihninde böylesine yankılanan. Neden sonra gözkapaklarını aralayıp tutulmuş bedeniyle doğruldu. Pencerelerin arasından sızan boğuk havanın gri ışığı etrafı aydınlatmaya çabalıyordu. Kapıyı açtığında kapı sesinin kesilmesi zihnindeki sessizliği ve ardından gelen hüznü bedenine tekrar yaymıştı.

   “Günaydın.” Sesin sahibi komşusuna aitti. Sessiz adımlarla tekrar kanepesine yerleşti. Yumuşak battaniyesinin altına sığındığında arkadaşı kapıyı kapatmış yanına gelmişti. Bir titremenin ardından konuştu: “Hasta olacaksın kızım. Dışarıdan farkı yok buranın. Bu ne soğuk böyle!”

   Kadın, şömineyi üşümüş bedenlerini ısıtması için alevlendirdiğinde tekir, memnuniyet dolu mırıltısıyla önce ev sahibesinin komşusu Beren’e sürtündü. Ardından minderine kıvrılıp uyuklamaya döndü. “Havalar böyle gitmeye devam ederse benim gibi neşeli bir kız bile hüzne boğulacak.” Gülümsüyordu. Neden sonra utanarak sustu. Elini arkadaşının dizine yerleştirdi. Ne kadar da aptalım! “Hazan’ım, nasılsın?”

   Arkadaşının sorusunun ardından gözlerinden akan yaşların buğday yanaklarını ıslatmasına engel olamadı. Aptal olduğun kadar da anlayışsızsın Beren. Sadece susmayı mı denesen? “Özür dilerim hayatım. Düşüncesizliğim üzerimde,” diyerek arkadaşının gözyaşlarını silse de pembeleşmiş yanaklarının yerini bir öncekinden daha da hüzün yüklü yenileri dolduruyordu. “Ama kendini bir kez daha bırakmamalısın. O böyle istemezdi.” Arkadaşının tekrar gözlerinin önünde eriyip bitmesini istemiyordu.

   Hayat çok acımasız davranmış, yaşamında bir kez daha onu yalnız bırakmıştı. Kaderi kederdi. Ailesi ve şimdi de ailesi olacak adamı almıştı kendisinden. Nasıl bırakmasındı kendini. “Her şey bitti Beren. Sevdiklerim her zaman benden alınmak zorunda mı?” Bu bir sorudan ziyade kaderine bir sitemdi.

   Değil, diye düşündü Beren. Zorunda değil ama kader bunun farkında da değil. Fakat o, yine her zamanki gibi arkadaşının yanında olacaktı. Olmak zorundaydı. Hazan’ı tekrar aynı bataklıkta çırpınırken görmek istemiyordu. Günler sonra Hazan’a gelen gizemli bir mektubun izini sürerken de aynı kararlılıkla yanında duracak, arkadaşını yalnız bırakmayacaktı.

   “O öldürüldü. Kocam onu öldürdü.”

************************************

Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. “Böylesi havalara bayılıyorum. Ne kadar da huzur verici.”

     “Aynı zamanda soğuk. Daha ne kadar süre pencereni açık tutacaksın?”

     “Yağmur yeni dindi. Toprağın bu kokusuna doyum olmuyor. Yumuşak bir kokusu var toprak ve yağmurun buluşmasında.”

     Gözlerini kısa süreliğine yoldan ayırarak Nazım’a çevirdi. Bakışları memnun bir yüz ifadesiyle çevrili değildi. Bu da Nazım’ın pencereyi kapatmasını sağlamıştı.

     “Söylesene, bu davayı neden bizim almamız konusunda bu kadar ısrarcı oldun?”

     “Özel bir nedeni yok.” Nazım, pencereyi kapattıran ifadeyle tekrar karşılaştı. Yüzünü önünde kıvrılmadan uzayıp giden tek şeritli asfalt yola çevirdi. “Tamam, hemen sinirlenme. Basit davalardan sen de sıkılmadın mı?”

    “Sıkılmadım. Sonuç olarak ensemde bir el hissederek çalışmak bana göre değil.” Böyle düşünse de çoğu zaman bu davalardan memnun olmuyor değildi. Rutin bir hayat bir yerden sonra sıkıcı bir hâl alıyordu onun için. Kendine itiraf edemediği bir gerçekti. Kısa süren sessizliğin ardından tekrar konuşan Nazım’dı.

     “Yolun sonundaki ev başkomiserim.” Nazım, maktulün sevgilisiyle konuşmuş ona gelen mektubun izini sürerek bu adrese ulaşmıştı. Hazan, yağmurun es geçtiği günlerden birinde onu aramış buluşmak istemişti. Hayatını anlamlandıran adamın öldürüldüğü düşüncesi onu öylesine etkilemişti ki bir kaç günde yüzündeki çizgiler çoğalmıştı.

     “Birbirimizi çok seviyorduk. Öyle ki evli olduğunu öğrendiğimde bile ondan vazgeçemedim. Onun da beni sevdiğini biliyordum.”

     Belki de kendini buna inandırmak istiyordun. Nazım düşüncesini kendine sakladı. “Mektubu görebilir miyim?”

     Hazan, gözyaşlarını elindeki mendille sildikten sonra televizyon ünitesinin çekmecesinden çıkardığı mektubu dedektife uzattı. “Gönderen kişiyi tanımıyordum. Ancak soyadı bana tanıdık geliyordu. Neden sonra onun doktorun eşi olduğunu anladım.”

     “Doktor?”

     “Ali’nin aile doktoru. Çok sonraları, onun evli olduğunu öğrendikten sonra söylemişti.”

     “Adresini biliyor musun?” Nazım sorusuna yanıt alamayınca doktorun adresini maktulün eşinden öğrenmişti. Kadın soruyla ilk karşılaştığı duraksamıştı.

     “Ali’nin doktorumuz ile bir samimiyeti yoktu. Sorunuzun nedenini öğrenmemde sakınca var mı?” Maktulün eşi oturduğu yerden kalkmakta zorlandığı için Nazım önündeki koltukta oturan dolgun yanaklı orta yaşlı kadını başı eğik cevaplamak zorunda kalmıştı. Dedektif aklındaki soru işaretlerini biraz olsun gidermişti. Maktulün evini tombul kadın ile yaptığı sohbet esnasında yeterince incelemiş, sorularına cevaplar bulmuştu. Şimdiyse kendisini hiç de cezbetmeyen yemek kokularına boğulmuş evden ayrılmak için oldukça istekliydi. Doktorun adresini rutin olarak sorduğuna dair bir şeyler geveleyip evden ayrıldığında hava kararıyordu.

     “Doktorun maktul ile olan ilişkisi o tombul kadının söylediği gibiyse neden öldürsün çok merak ediyorum.”

     “Ben de bu işi bir an önce çözüp arabamı şehirden uzağa, sessiz bir yere sürmek istiyorum.”

     “Sana her zaman açık bir kapım var başkomiserim. Şehirden uzakta ve sessiz.” Kapıya kadar gelmişlerdi. Buket başkomiser Nazım’ın davetine cevap veremeden geldikleri evin kapısı açılmıştı.

     “Bir yere mi gidiyordunuz doktor?”

     “Hayır, sizi görünce evime kimin geldiğinin merakıyla kapıda karşılamak istedim. Pek misafiri olan biri değilim. Size nasıl yardımcı olabilirim?”

     Bir şeyler saklıyor, diye düşündü Nazım. Eve girmemize izin vermeyecek. “Ali Başat’ı tanıyor musunuz?”

     Kısa bir bekleyişin ardından konuştu. “Evet, aile doktoruyum. Neden sordunuz?” Doktor oldukça sakin ve güler yüzlüydü. Tam bir doktordan beklenilecek bir ifade vardı yüzünde. Katil olabilir miydi? Bu konuda dedektif oldukça değişmez bir kuralı unutmuyordu. Herkes katil olabilir.

     “İçerde konuşabilir miyiz?” Nazım’ın bu sorusu Buket’i şaşırtmamıştı. Soruşturmanın bu safhası dedektif için evi incelemekti. Fakat başkomiseri düşündüren arkadaşının aldığı cevaptı. Doktor, onların evlerine girmeleri için izin belgelerinin olup olmadığını sormuştu. Buket bu sorudan nefret ediyordu.

     “Yanlış anlamanızı istemem.” Yüzündeki gülümseme oldukça itici olmuştu. “Ancak pek misafirim olmadığını söylemiştim. Aynı zamanda iyi bir ev sahibi de sayılmam.”

     Bizimle dalga mı geçiyor? Buket sinirlenmişti. Ama bu soruşturma gerçekleşecekti. “Bahçeniz oldukça havadar. Dışarıda da konuşabiliriz. İsterseniz misafirimiz de olabilirsiniz. Oldukça iyi ev sahibi olduğumuzu kanıtlayabilirim.” Nazım, başkomiserin tehditvari konuşmasına bıyık altından gülmüştü. Doktor bu öneriyi kabul edip bahçedeki kamelyaya doğru yöneldiğinde dedektifin aklı hâlâ evin içindeydi, bir de mektubun sahibi, doktorun karısında.

     Buket yağmurun dinmesinden memnun bahçedeki kışa hazırlanan incir ağacının yanına ilerledi. Kamelya incir ağacını ortasına alacak şekilde yerleştirilmişti. Söze ilk başlayan Nazım oldu.

     “Ali Başat’ın vefatından haberiniz vardır.” Nazım bir onay beklemeden devam etti. “Kendisiyle ilişkinizi öğrenebilir miyim?”

     “Hasta doktor ilişkisinden öte değildi. Kendisinin aksine ben bu seviyede tutmaya özen gösteriyordum.”

     “Kendisinin aksine derken ne demek istediniz?” Buket kendisini rahatsız eden rüzgâra aldırış etmeden dikkatini doktora verdi.

     Doktorun yüzünde beliren iğrenme ifadesinin ardından tekrar ifadesiz duruşu Buket’in merakını kamçılamıştı. “Hastalandığını iddia ettiği zamanlarda çağırmaktansa kapıma gelirdi. Az önce de bahsettiğim gibi pek misafir seven biri değilim. Her ne nedenle gelmiş olursa olsun.”

     “Hastalarınıza karşı davranışlarınızda sertlik mesleğiniz gereği mi?”

     Doktor, Nazım’a doğru hafif eğilerek ellerini önlerindeki masada birleştirdi. “Mesleğimin gerekliliklerini biliyorum. Ancak evimde nasıl davranacağımı kimse bana söyleyemez.”

     “Birine zarar vermemeniz koşuluyla.”

     “Ne demek istiyorsunuz? İthamlardan hoşlanmam.”

     Hoşlandığın bir şey var mı acaba? Buket zihnindeki soruyu sormak yerine sorguyu kendisi devam ettirmek için araya girdi. “Evinizde tek mi yaşıyorsunuz?”

     “Hayır. Eşim kısa süreliğine ailesinin yanına gitti. Kızım ise başka bir şehirde üniversite okuyor.” Ve ekledi: “İkisinin de konuyla bir ilgisi yok. Hastalarımı ailemin içine katmayı sevmem.”

     Bunu tahmin etmek zor değil. “Ancak sizin konuyla ilginiz var.”

     “Daha önce de söylediğim gibi hasta doktor ilişkisi çerçevesinden çıkmayacak bir ilgi.” Ardından ne zaman tanıştıkları, en son ne zaman görüştükleri ve Ali Başat’a zarar verebilecek birinin olup olmadığı gibi soruların ardından istediklerini alamayan Buket ayağa kalkarak kartvizitini verdi. Nazım, kartvizitin buradan ayrıldıkları an çöp kutusunda yerini alacağından emindi. Ve öyle de olmuştu. Ancak Nazım’ın kurduğu son bir cümle karşılıksız ve havada kalmıştı.

     “Bahçeniz çok güzel.”

     Otomobile bindiklerinde başkomiserin zihnindeki soruyu okuyan Nazım “Sadece dikkatimi çekti,” dedi.

     “İkna edici değilsin.” Arabanın hırıltısıyla manevra alıp yola koyuldular. “Doktorda doğru olmayan bir şeyler var.” Sonrasını yol boyu süren bir sessizlik takip etti. Hava kararmaya başlamıştı. Buket, dedektif Nazım’ın evinin önünde derin bir nefes aldığında “Temiz havanın tadını çıkarmak istersen misafirim olabilirsin. Ben oldukça misafirperverimdir. Senin gibi,” dedi. Ardından gülümsedi.

     “Bir an önce uyumak istiyorum.”

     Ancak bu isteği gerçekleşmeyecekti. Ve bunun nedeninin Nazım olması şaşırtıcı olmayacaktı. Gece yarısından sonra kapısına dayanan üstü başı dağılmış bir adam olarak görmek dışında.

*************************************

Buket uzaklaşırken dedektif adımlarını evinin aksi yönünde ilerletti. Yağmurluğunun başlığını esen serin rüzgârdan korunmak için başına geçirdi. Gece yarısına doğru doktorun evi görüşündeydi. Sonbahar yağmuruna doymuş yumuşak toprağa adımını attığında eve giriş yolları aramaya başladı. İki katlı evin yolun arkasına bakan balkonuna çıkabileceği bir merdiven ya da yakınında bir ağaç yoktu. Bu onu pencerelere yöneltti ancak orada da aradığı açıklığı bulamamıştı. Neden sonra kararını verdiğinde ince hilal şeklini almış ayın cılız ışığında varendaya yürüdü. Cebinden çıkardığı maymuncuk ile kapıyı açmaya koyuldu. Tok bir kilit sesi gecenin ıslak ve soğuk karanlığında kaybolurken adımını içeri attı. Her yer karanlıktı. Az da olsa içeri sızan ışık ancak önünü görmesini sağlıyordu. Etrafını kontrol ettikten sonra doktorun uyuduğunu anladı ve el fenerini çıkardı.

     Evde dolaşmaya başladığında her ayrıntıyı görmek için adımlarını ağırdan alıyordu. Bir insanı tanımanın en kolay yollarından biri de onun yaşadığı evi incelemekti. Nihayetinde insanın karakteri eşyaya sirayet ederdi. Bu detaylar dedektifin şüphelileri tanımakta kullanmayı sevdiği yöntemlerin başında geliyordu. Her adımında zıplamadan dizlerini kırıp zemine baskı uyguluyordu. Bu bir alışkanlık olmuştu kendisinde. Ardından kitaplık bulunan büyük salonda duraksadığında bir hazineyle karşı karşıya olduğunu gördü. Tabi ki bu doktoru tanımak için karşılaştığı bi hazine. Raflardaki tüm fotoğraflar genç bir kız ve kendisine aitti. Fakat bir eksiklik vardı. Kitaplığa doğru bir adım daha attı. Ellerini rafların boş yerlerinde ağır ağır gezdirdi. Derken arkasından gelen bir tıkırtı onu durdurdu. Bu, sert bir zemine sürtünen bir cismin sesiydi. Masadaki vazo. Tam arkamda. Beni yakaladı.

     Doktorun savurduğu vazo Nazım’ın sağ yanına doğru attığı bir adımla neyseki hedefine ulaşamamıştı. Ancak karanlığa hapsolmuş sessizliği yırtarak parçalara ayrılmıştı. Dedektifin elindeki fener yere düşerek halının kırmızı desenlerine ışığını vuruyordu. Karanlıkta bir arbade başladı. Nazım kendisine fırlatılan nesnelerden sıyrılmaya çalışırken başına yediği ağır bir kitap dengesini kaybetmesine neden oldu. Bir an sonra doktor üzerindeydi ve yumruklarını karanlığa doğru savuruyordu. Kimi zaman halıya gelen darbeler kimi zaman ise Nazım’ın yüzüne uğruyordu. Bulduğu ilk fırsatta doktoru üzerinden attı. Acıyla yüzünü ekşitti ve koşarak kapıdan çıktı. Peşinden gelen doktoru nihayet atlattığında ıslak kaldırımın soğuk zeminine kendini bıraktı. Vücudunu saran sıcaklık yerini gecenin soğuğuna bıraktığında ayağa kalktı ve bitkin adımlarla Buket’in evine yürüdü.

     Başkomiser Buket önce telefonunun sesine uyandı. Arayan birim amiriydi. Kendisine yöneltilen sorulara bilgisi olmadığını ve öğreneceğini söyledikten sonra görüşmeyi sonlandırdı. Ardından rehberine girerek Nazım’ın numarasını buldu. Henüz ilk çalışıyla aynı anda gelen kapının sesine irkildi. Silahına sarılarak kapıya yöneldi. Çıplak ayaklarıyla halının yumuşak zeminine sağlam ve sessiz adımlar atıyordu. Kapı deliğinden baktığında yüzü kanlar içinde Nazım’ı görünce hızla kapıyı açtı.

     “Sendin değil mi?” Nazım, Buket’in neden bahsettiğini anlamıştı. Hafifçe kafasını sallayarak başkomiseri onayladı. “Neden?” Kızmıştı.

     “Evi incelemeliydim.” Buket’in yeni bir soru ve kızgınlık yüklü kelimelerini duymaya zaman tanımadan devam etti. “İzin almalıydık. Evet. Ama bu sürede gözden kaçırdığı bir ayrıntıyı yok edebilirdi. Buna izin veremezdim.”

     “Bu kanuna aykırı. Bunun için görevine son verebilirler.”

     “Kanun dediğin sadece bir kısma işliyor.”

     “O kısım içerisinde yer alıyoruz Nazım.” Neden sonra arkadaşının perişan durumuna biraz da olsa acıdı. “Hastaneye gidelim.”

     “Buna gerek yok. Katili bulmuş olabilirim.”

     Buket, dedektifin banyoya yönelip üstünü başını düzelterek yüzünü temizlemesini izledi. Yüzündeki birkaç iz dışında şimdi daha iyiydi. “Doktor mu? Sadece hastasını ve söylediği gibi” eliyle Nazım’ın yüzü gösterdi “misafirleri sevmeyen biri. Evet belki şüpheleri oldukça üstünde toplayan biri ancak bu onu suçlayabileceğimiz bir neden değil.”

     “Mektubu unutuyorsun.”

     “Unutmuyorum. Bunun için karısını bulmamız lazım. Ve bu bir delil değil. Sadece şüpheli olmasının tek nedeni.”

     “Karısını bulamayacağız.”

     “Ne demek istiyorsun?”

     “Kadın hayatta değil.”

     Buket kaçan uykusunu bir yana bırakıp tek kaşını kaldırmış Nazım’ı izliyordu. Bu ifade başkomiserin şaşkınlığının imzasıydı. Ve Nazım bu ifadeyi çok seviyordu. Tabi vücudunun acısı sevinmesine bu sefer izin vermemişti. “Bunu da nereden çıkardın?”

     “Anlatacağım. Ancak sabahı beklemeliyiz. Hikayede eksik kalan bir şeyler var.”

     “Doktorun şikayeti amire kadar gitmiş. Senin yüzünün bu hâlini görür görmez neler olacağını biliyor musun?”

     “Katili bulana kadar görmemesini sağlamalısın başkomiserim.”

     “Çok şey istiyorsun. Aklından geçenleri bir an önce anlatsan iyi edersin.”

     Nazım başını iki yana salladı. “Yarın anlatacağım. Bu gece sende kalabilir miyim?”

     Buket koltuğu göstererek “Yarın katili bulsak iyi olur. Yoksa seni kurtarabileceğimi sanmıyorum. Gece yarısı haydut gibi o eve girmen kanun adamında istenmeyecek bir davranış. Ve bir yaptırımı muhakkak olacaktır.”

     O gece ağrılı bir uykunun ardından uyanan Nazım, başkomiserin hazır bir şekilde kendisini beklediğini görünce hızlıca toparlandı. Dedektif, Buket’ten önce maktulün evine gitmeyi istedi. Ardından ekiplerin hepsinin hazır bir durumda beklemesini söyledi. Gece boyunca yağan yağmur havayı temizlemiş şehri serin ve ferahlatıcı bir sabaha hazırlamıştı. Gökyüzü kapalı, bulutlar koyu griydi. Tombul kadının evine vardıklarında kadın önce şaşırmış ardından ikisini de içeri davet etmişti.

     “Bir şey mi oldu?”

     Buket, konuşmayı Nazım’a bıraktı. Neler olacağını sadece izlemek istiyordu. “Sayılır. Size kocanızla ilgili birkaç şey söylemek istiyorum.” Hafif öksürerek boğazını temizledi. “Kocanızın sizi aldattığını biliyor muydunuz?”

     Kadın sessizliğini korudu. Ayrıca şaşırmamıştı. Buket de şaşırmamıştı. Sonuçta Nazım’dan yardımı isteyen kişi maktulün karısı değil sevgilisiydi. Fakat Nazım’ın bir sonraki cümlesi Buket’i yerine sabitlemişti. Tombul kadının tekrar tepkisiz kalması ise şaşkınlığını iki kat arttırmıştı.

     “Anladığım kadarıyla biliyordunuz. Kocanızın sizi iki kişiyle aynı anda aldattığını da biliyordunuz.”

     Kadın ifadesiz bir bekleyişin ardından konuştu. “Çok iyi iş başarmışsınız memur bey. O kahrolasıca adam beni değil başkalarını kollarının arasına aldı. Ve sadece bununla yetinmedi. Siz erkekler neden elinizdekilerle mutlu olmayı beceremiyorsunuz?” Bu bir sorudan çok sitemdi.

     “Ve size tüm bunları yapan, sizi aldatan, siz mutsuzken başkalarıyla mutlu olan adama öfke dolusunuz.”

     Buket araya girecek oldu ancak kadının kendisine sarf edilen sözler karşısında sinir krizine girmek üzere olduğunu görünce durdu. Kadının üstüne çok fazla gidiyorsun Nazım.

     Nazım, kadın cevap vermeden elini kaldırarak onu durdurdu. “Yüzünüze karşı söylenen yalanlar sizi yeterince üzüyor ve kalbinizi nefretle dolduruyordu. Başkası gibi mutlu bir yuvayı hak ettiğinizi düşünüyordunuz. Bunda haklıydınız da. Kocanız bu mutluluğu size vermektense sizden alıyordu. Ve siz buna bir son vermek istediniz.”

     “İstedim. Onun ölmesini her gün istedim. Acılar içinde.”

     “Ve bunu yaptınız.”

     “Hayır! Bakın memur bey, günümü yeterince zehir ettiniz. Tıpkı o lanet olasıca adam gibi. Ama bu kadarı yeter. Evimden gitmenizi istiyorum.” Ardından Buket’e sert bakışlarıyla döndü. “Arkadaşınızla birlikte derhal evimden çıkın!”

     Buket kadınla aynı fikirdeydi. Buradan ayrılmaları gerekiyordu. Kadının bir katil olduğunu gösteren hiçbir şey yoktu. Evet, Nazım onun görmediği şeyleri görüyordu ancak her zaman görecek değildi. Kullandığı taktik kadını kızdırarak itiraf etmesini sağlamaktı ama gördüğü sadece aldatılmış mutsuz ve sinirli bir kadındı. Ancak evden ayrılmayı düşünmeyen Nazım’ın söyleyeceklerinin merakı daha baskın çıkınca sessizliğini korudu.

     “Sizi aldattığı kadınlardan birini tanımıyorsunuz. Ancak diğerini gayet iyi tanıyorsunuz. Aile doktorunuzun karısıydı. Değil mi?”

     Buket’in yüzündeki ifade onun şaşkınlığının had safhada olduğunun göstergesiydi. Nasıl olur? Kadın durduğu yerde arkasındaki koltuğa çöktüğünde Buket neler olduğunu anlamıştı. Bir itiraf geliyordu. Ve öyle de olmuştu. Kadının gözyaşları tombul yanaklarından süzülürken hıçkırarak itiraf etmişti. “Onunla aynı evde kalmak artık bana zulümdü. Ve onun beni mutsuz etmeye hakkı yoktu. Kimsenin buna hakkı yoktu.”

     “Ve siz de onu zehirlediniz. Ancak yardımsız yapamazdınız.”

     Buket araya girdi. “Doktor.”

     “Evet başkomiserim. Doktor. Ekibi oraya yönlendirebilirsiniz. Ayrıca olay yeri incelemeden bahçede sıkı bir arama yapmasını söyleyin. Evin arka tarafından başlamaları onların işini kolaylaştıracaktır.”

     “Anlamadım, neden?”

     “Doktor sadece birinin ölümünden sorumlu değil.”

     “Karısı?” Buket zihninde tekrar yankılanan ve sık sık da yankılanmaya devam eden sorudan bıkmıştı. Nasıl olur?

     Nazım başıyla onayladı. Buket ekipleri doktorun evine yönlendirdikten sonra bir polis ekibini de tombul kadını almaları için yanlarına çağırdı. Doktorun evine giden ekip doktoru evi terk ederken yakaladı. Olay yeri inceleme evin arka tarafında gömülü bir ceset buldu. Gün sonunda doktor ve tombul kadın tutuklanarak cezaevine götürüldü. Buket, Nazım’ın karakola bu şekilde gelmesini istemedi. Her ne kadar çözülmüş bir dava olsa da dedektifin yaptığı kanuna aykırıydı ve bu yüzden azar işitmek istemiyordu. Ayrıca Nazım’ı cezalandırmak zorunda kalacaktı.

     Karanlık şehre çökerken Nazım, olay çözüldükten sonra Buket’in şehirden uzak bir yerde dinlenmek isteğini hatırlatarak onu evine davet etti. Buket bu isteğinden daha ağır basan merakından dolayı Nazım’ın davetini kabul etti. Nihayet eve vardıklarında verandaya yerleştirilmiş masanın iki yanındaki sandalyeye oturdular. Masada duran bardaklarından duman yükselirken Buket “Nasıl?” diye sordu.

     “Maktulün karısı onunla ilk konuşmamızda kocasının ölümüne üzüntü duymadığını yüzündeki nefret ifadesinden belli ediyordu. Maktulün mektuptan sonra incelenmesi için adli tıpa yönlendirilmesi ve sonrasında arsenikle zehirlendiği söylendiğinde ise kadının bu zehri yapacak donanıma sahip olmadığını anlamıştım. Tabi bu zehri herhangi bir yerden alabilirdi ancak bunu kendini ele vermeden yapamazdı. Hazan’a gelen mektup ise doktoru baş şüpheli yaptığında zehri nasıl ele geçirdiğini anlamıştım. Doktorun davranışları ise elbette ona daha da şüpheyle yaklaşmamı sağladı. Kamelyada konuşurken evin arkasında bir şey dikkatimi çekmişti. Sonbahar mevsimindeydik ve kış geliyordu. Yeni kazılmış toprağa dikkat etmemek mümkün değildi.”

     “Doktorun evinden ayrılırken bahçesine yaptığın yorum bu yüzdendi.”

     “Evet. Gece yarısında hem evi görmek hem de evin arkasını tekrar kontrol etmek için tekrar oraya gittim. Eve girdiğimdeyse kitaplık raflarında dikkatimi çeken bir şey oldu. Doktorun sadece genç bir kızla fotoğrafı vardı. Kızı olmalıydı. Daha dikkatli incelediğimdeyse tozlanmış rafta temiz kalan bir yer olduğunu fark ettim. Elimle kontrol ettiğimde rafta bir çerçevenin iz bırakabileceği kadar temiz bir zemin vardı. Karısıyla olan fotoğraf hiç yoktu. Kaldırılmıştı. Ve mektup karısının sözde evden ayrılışından bir gün önce Hazan’a gönderilmişti. Geriye noktayı koyacak tek bir şey kalmıştı. Maktulün karısının hüznüne parmak basacak onu itirafa zorlayacaktım.”

     “Ve bunu başardın.”

     “Şimdiyse bu temiz havayı solumanın zamanı. Ne kadar da huzur verici değil mi?” Buket sessiz kaldı. Dalgın gözlerle karanlığa baktı. Tüm bu olanlar arasında gözlerinin önünde Hazan’ın hüzün dolu gözleri belirdi. Hazan ise evinde, şöminenin başında güçsüz kalan vücudunu ısıtan alevleri izliyordu. Gözlerinden buğday yanaklarına süzülen gözyaşları yağmurun pencereden süzülüşünün yansıması gibiydi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

306 - Polisiye Öykü

  Kar taneleri usulca yeryüzüne düşerken Nazım şömineye yeni odunlar ekliyordu. Tekrar yerine oturduğunda yanmaya başlayan odunların da seremonisi yavaşça yükseliyordu. Bu sesin kendinde oluşturduğu dinginliği seviyordu. Odunların çıtırtısıyla yüzüne yerleşen tebessümün ardından kurulduğu koltuğunda gözlerini yumarak bir süre göz kapaklarının oluşturduğu karanlıkta şöminedeki ateşi çizdi. Yüzünde ateşin sıcaklığını hissediyordu ve bu sıcaklık bedenini olduğu gibi zihnini de mayıştırıyordu. Neredeyse uyumak üzereydi. Aslında biraz uyumayı da istiyordu. Evinde dinlendiği az zamanlardan birini yaşıyordu. Ancak bu mutluluğu ve rahatlığı az sonra bozacak telefon sesini duyduğunda sinirleri gerilecekti.  Gözlerini açmadan cep telefonuna uzandı ve cevapladı. Karşıdan gelen ses her zamanki gibi telaşlıydı. Nazım bu ses tonunu seviyordu. Buket Başkomiser ne zaman bu tonda konuşsa gizemli bir olay onu bekliyor olurdu ve şuan ki rahatlığını bozmasına sevinçle izin vereceği tek şey çözülmeyi bekle

KAKTÜS

     Bugün yine cam kenarındayım. Gün doğuyor, karanlık çöküyor. Günler birbiri ardına geçerken bir gece daha duruyorum cam kenarında. Seyrediyorum karanlığı. Ay büyüleyici güzelliğini bulutların arkasında saklıyor. Bulutlar ise onun güzelliğini göstermek istiyormuşçasına birbiri ardına kayıyor. Koyu gökyüzü onun güzelliğini herkese göstermek için daha da kararıyor bu gece. Ve ay, canlıymışçasına gözlerini dikmiş beni izliyor. Yüzüne mahzun bir ifade asılı. Işığı bedenimi aydınlattığında içimi aynı ifade kaplıyor. Yalnızlığını hissediyorum yalnızlığımda.      Gözlerimi indirdiğimde evimin sokağına, yaklaşan iki karaltı görüyorum aynı boylarda. Sıkıca giyinmişler. Elleri ceplerinden çıkmıyor. Duman çıkıyor tepelerinden, ikisinin de göğsü inip kalkarken. Omuzları sanki birbirine kavuşmak istercesine sıkı.      Bahçe kapısının yanına geldiklerinde hafiften aydınlanıyor yüzleri. Kadın, beresinin altından dökülen saçlarını omuzlarından geriye atıyor ve aynı hızda ellerini tekrar ceplerine s