Ana içeriğe atla

KONAKTAKİ SIR - POLİSİYE

 


KONAKTAKİ SIR - POLİSİYE

Elinde dergisiyle şöminenin başında oturuyorken okumasını bölen kapının tok sesi kaşlarının çatılmasına neden oldu. Bir süre kayıtsız kalmayı düşündü. Stephen Hawking'in yayımlanan makalesi oldukça ilgisini çekmişti. Ancak ısrarla çalmaya devam eden kapı dikkatini dağıtıyordu.

"İçerde olduğunu biliyorum Nazım. Aç şu kapıyı!"

Derin bir nefes alıp verdikten sonra dergiyi kapatarak yanıbaşındaki sehpaya koydu. Adımları pastel renklerin hakim olduğu halının üzerinde bedenini kapıya doğru sürüklerken zihni hala makalede dolanıyordu. Hawking'in çoklu evren önermesi oldukça ilgisini çekmişti.

Kapıyı açtığında karşısında genç bir hanımefendi ile birlikte Buket Başkomiseri gördü. Soran gözlerini genç kadından ayırarak Buket'e çevirdi.

"Bir sorunumuz var."

Nazım cevap vermek yerine kenara çekilerek ikisinin de geçebileceği kadar yer bıraktı. Buket kapı eşiğinden adımını atarken şöminenin ateşine yeni katılan odunun çıtırtısını duyunca kışın soğuğunda üşümüş bedeni ısınacağı için biraz olsun rahatladı. Nazım ayaklı askılığı göstererek şöminenin başına geçti ve oturmadan genç kadını bekledi. Kadın oldukça uyumlu giyinmişti. Kızıl saçlarını örten beresiyle aynı renk kırmızı atkısı beyaz ve uzun montunun yakasından içeri kayboluyordu.

Nihayet şöminenin yanına geçtiğinde Nazım karşısındaki üzerine koyun postu serilmiş koltuğu göstererek oturdu. Genç kadın kendine gösterilen yere yerleşti. Buket ise boş bulduğu bir başka koltuğa ilişti.

"Sizi rahatsız ettiysem özür dilerim ancak benim için çok önemli bir konu var. Sizden bunun için yardım istiyorum. Şey," kızıl saçlarının döküldüğü yanakları hafif kızardı "ne kadar istediğiniz hiç önemli değil."

"Biraz rahatlamanızı tavsiye ederim." Nazım eliyle kadının elini gösterdi. "Yoksa elinizdeki bereyi neredeyse parçalayacaksınız." Kadın farkında olmadan elindeki kırmızı bereye kilitlenen parmaklarını gevşeterek özür diledi. Ne için özür dilediğini bile bilmiyordu. Onu böylesine etkileyen şeyin bir yakınını kaybetmesi olduğunu anlayan Nazım yine de her zamanki gibi misafirinin anlatmasını uygun buldu. Bu, onun bazı çıkarımlarda bulunmasını sağlıyordu.

"Değer verdiğim bir tanıdığım. Onun cansız bedenini bulmuşlar. İntihar olduğunu söylüyorlar. Ancak onu çok iyi tanıyorum. İntihar edecek biri değil. Onu biri öldürdü. İtiraz ettim ama kimse beni dinlemedi. Son çarem sizsiniz. Lütfen yardım edin." Gözlerinden akan yaşı silmesi için Nazım'ın uzattığı mendili titreyen elleriyle aldı.

"İtirazınızı neden kimse dinlemedi?"

"Ayşe Hanım. Cezmi'nin eşi. Beni uzaklaştırmak için elinden geleni yaptı. Beni tanımadığını ve yalan söylediğimi, üzüntülü dönemlerinde onları daha da üzdüğümü söylerek korumalarına beni uzaklaştırmasını söyledi." Nazım, genç kadının ses tonundan bu duruma öfkelendiğini anlamıştı.

"Tanıdığınız olduğunu söylediniz. Ancak eşi sizi tanımıyor mu?"

"Biliyorum biraz garip. Ancak Cezmi benim arkadaşımdı."

Nazım bir süre duraksadı. Ardından Buket'e dönerek "siz de olayı çözemediniz ve..."

"Başlama yine Nazım! Olay yerini inceledik. Tüm bulgular adamın intihar ettiğini yönünde."

"Peki bu bahsettiğin bulgulara ve cesede dokunuldu mu?"

"Hayır. Bu genç kadın..." Buket duraksayarak kadına baktı.

"Adım Zehra."

"Evet, Zehra. Oraya geldikten sonra kovulmuş ancak daha sonra merkeze geldi. Kendisini çok iyi tanıdığını ve bunun imkansız olduğunu savunuyor." Öne doğru eğildi ve sesini hafif kısarak "Beni de tereddüte düşürdü," dedikten sonra tekrar doğruldu. "Eğer seni ikna ederse oraya girmeni sağlayabilirim."

"Seni tereddüte düşüren sadece hanımefendi olamaz. Ne buldun?"

Buket yerinden rahatsız olmuş gibi kıpırdandı. "Bişey bulduğum söylenemez. Sadece dikkatimi çekti. Soğuk bir kışın ortasında pencerenin sonuna kadar açık olması biraz tuhaftı. Bir insan bu soğukta neden pencereyi açsın?"

Genç kadın gözlerini Buket'ten Nazım'a çevirerek "Yardım edecek misiniz?" diye sordu. Nazım ise düşünceli bakışları eşliğinde başıyla onayladı.

Dışarı çıktıklarında hava gerçekten de soğuktu. Buket'in aracıyla gitmelerine rağmen yolda üşümüşlerdi. Araçtan indikten sonra adımları altında ezilen karda yürürken başını kaldırdı. Burası bakımlı ve oldukça büyük bir konaktı. Bahçede çeşit çeşit çam ağaçlarının yeşilliği karlar arasında yer yer göze çarpıyordu. Nazım paltosunun yakasını kaldırarak kapıya doğru yürüdü. Buket kapının ağır ve aslan başlı tokmağını birkaç kez kapıya vurduktan kısa süre sonra kapı açıldı.

"Hoş geldiniz Buket Hanım buyrun, içeri geçin." Ayşe Hanım içeri buyur etmesinin ardından Buket'in yanındaki iki kişiye baktı. Nazım'ı tanımamıştı ancak genç kadın onun öfkelenmesine neden olmuştu.

"Ayşe Hanım sakin olun. Buraya tatsızlık çıksın diye gelmedik. Birkaç sorumuz olacak ve Zehra Hanım bu esnada yanımızda sessizce duracak." Son cümlesini söylerken genç kadına dönen Buket, Zehra'nın başıyla onaylamasının ardından Ayşe Hanım kenara çekildi.

"Nerede oldu?" Nazım'ın bu sorusunu birkaç saniye geç anlayan Ayşe Hanım hemen yolu göstererek önden ilerledi. Nazım kadını takip ederken bir yandan da eve göz gezdiriyordu.

Odaya geldiklerinde onları soğuk bir hava karşıladı. Anlaşılan pencere hala kapatılmamıştı. Ancak ceset orada değildi. Bunu soracağını anlayan Buket fısıltıyla "Onu götürmek zorundaydık. Burada durması iyi olmazdı," dedi.

Nazım daha sonra onu görmesi gerektiğini belirttikten sonra odada dolaşmaya başladı aynı zamanda da Ayşe Hanım'a sorular soruyordu. Bazı sorularını yerinde sabit durarak soruyordu. Buket bunu o esnada bir ipucu bulduğuna yoruyordu.

"Eşinizle aranız nasıldı?"

"Ne?"

"Son zamanlarda size farklı gelen bir davranışta bulunuyor muydu? Kavga ettiniz mi?"

"Elbette hayır. Biz mutlu bir aileydik." Kadın gözlerini devirdi. Sesi ağlamaklıydı "Bunu yapmasına anlam veremiyorum. Kendi canına nasıl kıyar?"

"İntihar ettiğine nasıl bu kadar eminsiniz?"

Kadın öne eğdiği başını kaldırdı. Önce Nazım'a ardından Zehra'ya baktı. "Bu kadın sizi kandırıyor. Eşimin kötü olduğu kimse yoktu. Herkesle arası çok iyiydi. Ayrıca eve tek geldi. Daha sonra ben odasına çıktım ve..." kadın tekrar ağlamaya başladı.

"Evde sadece siz mi vardınız?"

Kadın başını iki yana salladı. "Komşum Selma Hanım ile birlikte kahve içiyorduk."

Nazım bir süre daha odanın içinde yürümeye devam etti. Ahşap ve duvar boyu olan kitaplığın her bölmesi ciltli kitaplarla doluydu. Odada kitaplıkla aynı koyu kahverengi renginde bir çalışma masası ve üzerinde birkaç kitap bulunuyordu. Yerde oldukça ihtişamlı ve her rengin birbiriyle ahenk içinde dans ettiği bir İran halısı seriliydi. Sonra şömine karşısına yerleştirilmiş koltuğu gördü. Cansız bedeni orada bulunmuştu. Tekrar bakışlarını odada gezdirdi. Cezmi Bey'in sadeliği ve aynı zamanda değerli eşyaları seven biri olduğu apaçık ortadaydı. Bu odaya eşlik eden birbirinden güzel tablo ve biblolar da bu görüşü destekler nitelikteydi.

Pencereden bir süre dışarıyı izledi ve arkasına döndü. "Kuş besler misiniz?" Onun bu soru odadaki herkesin boş bakışlarına sebep olmuştu.

"Bu sorunun konumuzla ilgisi nedir?" Buket, Ayşe Hanım'ın sorusunu onaylarcasına Nazım'a baktı. Nazım sadece cevap beklediğini belirtince Ayşe Hanım beslemediğini söyledi.

"Teşekkür ederim." Nazım hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Onu arkasından üç anlamsız yüz takip etti. Nazım dış kapıya gelince durakasadı ve kapıyı açtı. Buket ve Zehra'ya yol verdi. İkisi de kapının eşiğinden karla kaplı bahçeye çıktıkları an kapıyı hızlı bir şekilde kapattı ve Ayşe Hanım'a döndü. Ayşe Hanım, Nazım'ın bu hareketinden korkarak bir adım geriledi. Buket ise kapı tokmağına vuruyor, Nazım'a sesleniyordu.

"Bir sorum daha olacak Ayşe Hanım." Kadın korku dolu bakışlarını sürdürmeye devam etti. "Zehra'nın yalan söylediğine sizi inandıran şey nedir? Ve neden tanımadığınız bir kadına karşı bu kadar sertsiniz? Davranışlarınız Zehra'nın bir yabancıdan fazlası olduğunu gösteriyor."

Ayşe Hanım cevap vermek istemese de Nazım'ın bakışlarından onun pes etmeyeceğini anlayınca omuzlarını düşürdü. "Onu tanıyorum." Nazım elini kapı kolundan çekerek kadını dinlemeye koyuldu. "Eşimin sevgilisi. Onunla Cezmi'yi birkaç kez sahilde beraber gördüm. İlk başta inanmak istemedim ancak buluşmaları arttı ve evde odasına sık sık kapanmaya başladı." Eliyle gözlerinden akan yaşları süpürdü ve konuşmasına devam etti. "Evet, Cezmi kendi canına kıyacak biri değildi. O herkesle iyi anlaşırdı. Ancak son zamanlarda değişti."

"Peki, neden bu ilişkiyi gizliyorsunuz?"

"Cezmi hatırı sayılır biri. Onun ismine, ailemize leke sürülmesine izin veremem. Sizden ricam lütfen bu aramızda kalsın."

"Bu konuda söz veremem. Ancak hala anlayabilmiş değilim. Eşinizin intihar ettiği konusunda oldukça eminsiniz."

"Evet. Söylediğim gibi komşum Selma Hanım ve ben kahvemizi içiyorduk. Eve yalnız geldi ve her zamanki gibi yorgun olduğunu, odasına çıkıp uyuyacağını söyledi. İlk başta umursamadım çünkü misafirim vardı. Ancak misafirim gittikten sonra odasına çıkınca onu öylece koltukta..." Ayşe Hanım devam edemedi.

Nazım elini kadının koluna koyarak "Çok üzücü bir durum. Başınız sağ olsun," dedi. Ayşe Hanım başıyla teşekkür ederken Nazım kapıyı açtı. Buket sinirli bir şekilde Nazım'a bakıyordu. Nazım ise sakin bir şekilde elini yüzüne götürerek kapıdan çıktı. Buket, Ayşe Hanım'dan özür diledikten sonra oradan ayrıldı ve bahçeye, Nazım'ın yanına geldi.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

"Zehra nerede?"

"Arabada bizi bekliyor. Ayrıca sana bir soru sordum." Nazım sessiz kalmayı seçerek adımlarını bahçede birbiri ardına atmaya başladı. "Hey, nereye gidiyorsun?"

"Bir şeye bakmalıyım. Beni merak etme gelirim birazdan." Nazım adımlarını konağın denize bakan arka bahçesine doğru attı. Buket'in içindeki ses onun peşinden gitmesi gerektiğini söylüyordu. Bir tatsızlık daha çıksın istemiyordu.

Arka bahçeye geldiklerinde Nazım, Cezmi'nin odasının tam altında durdu. Önce eğildi ve yeri inceledi. Eliyle yatay bir şekilde hafifçe karı süpürmeye başladı. Hemen arkalarındaki devasa çam ağacının altına doğru bu şekilde ilerledi. Buket şaşkınlıkla Nazım'ı izliyordu. Nazım süpürdüğü yerlerde bembeyaz karın altında kül rengi birkaç tüy buldu. Ağacın altına geldiğinde ise duraksadı ve yüzeydeki karı süpürmeyip kazmaya başladı.

"Buda ne?" Buket'in gözleri faltaşı gibi açılmış karlar içindeki papağana bakıyordu.

"Bu bir Jako. Gri papağan. Türünün en zekilerindendir. Yetiştiği yer..."

"Sana onu sormuyorum," diye sözünü kesti Buket. "Burada ne işi var?"

"Bunu ben de merak ediyorum." Nazım papağanı alarak burnunu gagasına götürdü ve hafif kokladıktan sonra başını iki yana salladı. "Vay canına!"

Buket ölmüş bir kuşu koklayan Nazım'a yüzünü buruşturarak bakıyordu. "Buna şaşırmamalısın. Ölü bir canlı her zaman kötü kokar."

"Yanılıyorsun Buket. Karlar altında kalan ve donan bu kuş kokmaz."

"Peki o zaman neden bu kadar şaşırdın."

"Kesin konuşmak istemiyorum. Önce maktülün cesedini görmeliyim."

"Maktül mü? Yani adam öldürülmüş mü?"

"Elbette öldürülmüş. Ve katili bulmuş olabilirim."

"Katili mi? Ama nasıl?" Buket oldukça şaşkındı.

Nazım koluna aldığı papağanla birlikte arabaya doğru yürüdü. Bir süre sonra önlerinde uzanan yolu takip eden aracın içerisindeki sessizliği Buket'in telefonu bozdu. Aracı yolun sağına çekti ve ağır ağır ilerlerken telefona cevap verdi.

"Efendim Mehmet?"

"Başkomiserim, Cezmi Bey ile ilgili yeni bir bilgi ulaştı elimize. Önemli olabilir diye düşündüm."

"Ne tür bir bilgi?"

"Cezmi Bey'in avukatı ile görüştük. Ölümünde tüm mal varlığını oğluna bıraktığına dair bir vasiyeti olduğunu ancak kısa bir zaman önce tekrar yazmak için vasiyetnameyi istediğini söyledi."

Buket aracın hızını biraz daha düşürdü. "Değiştirmiş yani?"

"İlginç olan kısım da bu başkomiserim. Avukat aldığı vasiyetin aynısını yazdığını ve geri getirdiğini söylüyor."

"Avukat nerede peki?"

"Cezmi Bey'in evine son işlemler için gideceğini söyledi başkomiserim." Buket, Mehmet'e teşekkür ettikten sonra telefonu kapattı. Nazım'ın soran bakışlarıyla karşılaştığında ise Mehmet'in anlattıklarını aynen aktardı. Nazım'ın yorumunu merak eden Buket bir şeyler söylemesini bekliyordu ancak Nazım sadece susmuştu. Ağır ağır ilerleyen araç tekrar asfalt yolun üzerinde eski hızıyla ilerliyordu.

Buket hastane otoparkına aracı park ettikten sonra aşağı indiler ve Cezmi'nin olduğu yere gittiler. Nazım, Cezmi'nin cansız bedenini incelemek için cerrahi eldiveni taktıktan sonra iyice yaklaştı. Tıpkı papağanda olduğu gibi Cezmi'nin de ağzını kokladıktan sonra eldiveni çıkarıp çöpe attı. Onu izleyen Zehra gözyaşlarına engel olamıyor Buket ise umutsuzca Nazım'ın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu.

"Artık gidebiliriz Buket başkomiser."

"Nereye?"

"Konağa."

"Ama anlamıyorum. Az önce oradan geldik. Şimdi neden gidiyoruz?" Nazım adımlarını soğuk zeminde birbiri ardına atarken avukatı görmek istediğini söyledi. Bunun üzerine tekrar konağa gitmek üzere yola çıktılar.

Konağa geldiklerinde onları Ayşe Hanım kapıda karşıladı. Hem şaşkın hem de soran bakışlarıyla onlara ve Nazım'ın kucağındaki papağana bakıyordu. Buket konuşmadan önce bir adım öne çıkan Nazım avukatı görmek istediklerini onun buraya geldiğini öğrendiklerini söyledi. Ayşe Hanım'ı takip eden Nazım geniş holden sonra salona doğru yöneldi. İçeride son derece düzgün ütülenmiş kahverengi takımıyla oturan bir adam ve önünde çantasının üzerine koyduğu birkaç kağıt parçası duruyordu. Ayşe Hanım onu görmek istediklerini avukata söyleyince ayağa kalkarak başıyla Nazım ve yanındakileri selamladı.

"Adım Arif. Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Merhaba Arif Bey. Ben başkomiser Buket. Cezmi Bey'in dosyasına bakıyorum. Arkadaşım Nazım sizi görmek istedi." Bunun üzerine avukat gözlerini önce papağana ardından Nazım'a çevirdi.

Nazım avukatın karşısına geçerek eliyle oturmasını istedi ve kendisi de oturdu. "Merhaba Arif Bey. Size bir soru sormak istiyorum. Kısa bir zaman önce Cezmi Bey'in vasiyetnamesini değiştirmek için size geldiğini ancak daha sonra aynı vasiyetnameyi tekrar getirdiğini söylemişsiniz. Bu iki vasiyetnamenin sizde kopyası mevcut mu?"

Ayşe Hanım, Nazım'ın söylediklerine anlam verememiş meraklı gözlerini avukata çevirmişti.

Avukat birer nüshanın kendisinde olduğunu ancak Cezmi Bey'in ilk vasiyetin değişeceğini söylediği için üzerine iptal mührü vurduğunu, çantasında bir yerde olduğunu söylerek kısa süre sonra iki belgeyi de Nazım'a uzattı. Nazım iki belgeyi aldıktan sonra incelemeye başladı. Avukatın da dediği gibi önceki vasiyetin üzerine kırmızı bir mürekkeple iptal mührü basılmıştı. İkisini de inceledikten sonra tekrar avukata uzattı ve Ayşe Hanım'a döndü.

"Ayşe Hanım, eşinizin bir cinayete kurban gittiğini üzülerek söylemek zorundayım."

Ayşe Hanım iyice sinirlenmişti. "Size daha önce de söyledim. Ben buradaydım ve eve Cezmi'den başka kimse girmedi." Ardından Zehra'ya döndü ve "Bu küstah kadın sizi de yalanlarıyla kandırmış anlaşılan. Tıpkı Cezmi'yi kandırdığı gibi."

Zehra kendisine yöneltilen bu ağır suçlamanın ardından gözyaşlarına tekrar hakim olamadı. Buket ise şaşkındı. Çünkü kadın ona Zehra'yı tanımadığını söylemişti. Nazım ise elini kaldırarak "Lütfen sakinleşin Ayşe Hanım. Ortada bir kandırma yok. Yani en azından Zehra kimseyi kandırmadı. Ayrıca eşinizin katili burada, aramızda duruyor." Son cümle odadaki herkesin küçük dilini yutmasına yetmişti. Sessizliği ilk bozan Buket oldu.

"Nazım, ne demek istiyorsun?"

"Gördüğünüz bu papağan kendi türü arasında en zeki papağanlardandır. Afrika papağanı Jako. Ve olağanüstü taklit yeteneği ile ünlüdür. Genellikle sesleri taklit ettiği bilinse de iyi bir eğitim ile davranışları da taklit ettirebilirsiniz."

Buket araya girerek "Ne yani cinayeti papağan mı işledi?" diye sordu.

"Cezmi Bey intihar etmiş olabilirdi. Ancak ortada Buket başomiserin de dikkatinden kaçmayan bir ayrıntı vardı. O da pencerenin böyle bir hava da açık olmasıydı. Eşiniz Siyanür ile zehirlenmiş Ayşe Hanım. Siyanür oldukça kısa sürede etki eden bir zehirdir. Tarih boyunca birçok imparator da bu zehri kullanarak düşmanlarını öldürmüş aynı zamanda öldürülmüştür. Bu zehir nefes almayı zorlaştıran ve kurbanı boğan bir etkiye sahip. Eşiniz intihar etmiş olsaydı ölüm anında paniğe kapılarak nefes almak için pencereyi açması oldukça olağan bir durum olurdu. Ancak onu koltuğunda yani pencereden uzakta buldunuz. Bu, pencerenin bu havada açık bırakılmasının başka bir anlamı olduğunu gösteriyor. Pencereyi daha yakından incelemek için yaklaştığımdaysa yerde kül rengi bir tüy gördüm. Ardından evden çıktıktan sonra Cezmi Bey'in odasının izdüşümünde küçük bir araştırma sonrasında aynı tüyden birkaç tane daha vardı. Odanın hemen karşısındaki ağacın dibindeyse papağanın cansız bedeniyle karşılaştım."

"Ancak bu anlattıklarınızın eşimin ölümüyle bir alakasını göremiyorum."

Nazım ayağa kalkarak konuşmasına devam etti. "Elbette! Bunu anlamak için eşinizi görmem gerekiyordu. Eşinizin ağzında tıpkı papağanın ağzındaki siyanür kokusu vardı. Daha önce de söylediğim gibi siyanür kurbanını çok kısa bir sürede öldürebilecek güçtedir. Öyleki papağan fazla uzaklaşamadan ağacın üstünde çırpınmış olmalı. Ve kaçınılmaz son. Papağan öldü. Söyler misiniz Ayşe Hanım, Roma tarihine önem verir misiniz? Eve ilk girdiğimde salonda masanızda 'Roma'daki İlginç Ölümler' adında bir kitap vardı. Şuan ise ortalıkta yok. Eğer ilginiz kısa sürmediyse onu saklamak istediniz."

Ayşe Hanım hiddetle ayağa kalktı. "Sözlerinize dikkat edin Nazım Bey!" Buket, Ayşe Hanım'a sakinleşmesini ve oturup Nazım'ın söyleyeceklerinin bitmesini beklemesi gerektiğini söyledi. Ayşe Hanım öfkeli bir şekilde tekrar yerine oturdu.

"Evinizden ayrılmadan önce size kuş besleyip beslemediğinizi sormuştum. Siz ise beslemediğinizi söylemiştiniz. Ancak arkadaşlarımın da kazağınızın kolunu kokladığında bariz bir şekilde kuş kokusu alacağına bahse girerim."

"Bu hiçbir şeyi kanıtlamaz!"

"Belki." Nazım tekrar iki vasiyet nüshasını eline aldı. "Aslında eşiniz vasiyette değişiklik yapmış. İlk bakışta bu belli olmasa da dikkatle okuduğunuzda sadece bir kelimenin 'tüm mal varlığımın çocuğuma...' ibaresinin "çocuklarıma" diye değiştiğini göreceksiniz."

"İyi ama Cezmi'nin sadece bir çocuğu var ve yurt dışında."

Nazım "Demek ki bir çocuğu daha var Buket başkomiser," dedikten sonra Zehra'ya döndü. "Belki bize Cezmi Bey ile alakanı anlatmaya başlarsın Zehra."

Zehra gözyaşlarını sildi ve konuşmaya başladı. "Babamın henüz ben bebekken öldüğünü sanıyordum. Ancak annem ölmeden önce bana gerçeği anlattı ve onu nasıl bulacağımı söyledi. Tabi babamın benden haberi yoktu. Annem ile henüz sevgiliyken ayrılmış başka biriyle evlenmişti. İlk başta ona çok kızmıştım ama benden haberi olmadığını öğrendiğimde..." yutkundu ve devam etti. "Onu tanıdıkça annemi hala sevdiğini ancak mecburi bir ayrılık olduğunu öğrendim."

"Nasıl olur? Seni kaç kez onunla yalnız ve sarmaş dolaş gördüm!"

"Beni her gördüğünde sarılıp ağlıyordu. Ona annemi hatırlattığımı söyleyip duruyordu." Zehra tekrar gözyaşlarına boğuldu.

Nazım Ayşe Hanım'a döndü. "İsterseniz her şeyi baştan sona anlatabilirsiniz Ayşe Hanım. Eminim kısa bir araştırmanın ardından Buket başkomiserin eşinizin ve kuşun aynı maddeden zehirlendiğini ve papağanı eğiten kişinin sizinle alakasını bulacaktır. Ve bir de Selma Hanım diye bir komşunuzun olmadığını da..."

Ayşe Hanım yüzünü ellerine gömdü ve ağlamaya başladı. "Bana anlatabilirdi. Onu anlayışla karşılardım. Ama o ne yaptı? Her şeyi gizli saklı yürüttü." Ardından yaptıklarını bir bir anlatmaya başladı. Ailesinin hatırı sayılır bir nâmı olduğunu ve buna zarar gelmesini istemediği için yaptığını, papağan için birini tuttuğunu ve cinayetten hemen önce şöminenin karşısında uyuyan Cezmi Bey'in ağzına siyanürü bırakacak olan papağanın içeri girebilmesi için pencereyi açtığını itiraf etti. Bunun üzerine Buket kadını tutuklayarak merkeze götürdü.

Gün geceye döndüğünde Nazım tekrar kendi evinde, şömine başında uzayın derinlikleriyle ilgili dergisini okurken ona bir mektup geldi. Mektup Zehra'dandı. İçinde teşekkür notuyla birlikte bir miktar para vardı. Nazım zarfı bir kenara koydu ve dergisini okumaya devam etti. Bilim insanlarının ne zaman paralel evrenin varlığını kesin kanıtlayacağını düşünüyordu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

306 - Polisiye Öykü

  Kar taneleri usulca yeryüzüne düşerken Nazım şömineye yeni odunlar ekliyordu. Tekrar yerine oturduğunda yanmaya başlayan odunların da seremonisi yavaşça yükseliyordu. Bu sesin kendinde oluşturduğu dinginliği seviyordu. Odunların çıtırtısıyla yüzüne yerleşen tebessümün ardından kurulduğu koltuğunda gözlerini yumarak bir süre göz kapaklarının oluşturduğu karanlıkta şöminedeki ateşi çizdi. Yüzünde ateşin sıcaklığını hissediyordu ve bu sıcaklık bedenini olduğu gibi zihnini de mayıştırıyordu. Neredeyse uyumak üzereydi. Aslında biraz uyumayı da istiyordu. Evinde dinlendiği az zamanlardan birini yaşıyordu. Ancak bu mutluluğu ve rahatlığı az sonra bozacak telefon sesini duyduğunda sinirleri gerilecekti.  Gözlerini açmadan cep telefonuna uzandı ve cevapladı. Karşıdan gelen ses her zamanki gibi telaşlıydı. Nazım bu ses tonunu seviyordu. Buket Başkomiser ne zaman bu tonda konuşsa gizemli bir olay onu bekliyor olurdu ve şuan ki rahatlığını bozmasına sevinçle izin vereceği tek şey çözülmeyi bekle

Kulübe

  “Doğanın taşından toprağına, havasından suyuna farklı bir etkileyiciliği var.” Derin bir nefes aldı. “İlginçtir, insan ise doğadan kendini her hareketiyle koparmaya çalışır. Ancak hiçbir zaman doğadan ayrı düşünülemeyecek ve yaşayamayacak olması da çabalarının yanında ironik. Bence doğanın bir parçası olduğumuzu fark ettiğimizde onunla tamamlanacağız. En azından bunu anlayabilen için geçerlidir bu durum.” “İyi ama yine de yorucu olmayacak mı sizin için?” “Elbette hayır. Aksine, bu yolculuk beni parçası olduğumuz doğa ile bütünleştirecek.” Gülümsedi. “Başka sorusu olan var mı?” Kahverengi gözlerini salonda gezdirdi. Karşısında memnuniyet yüklü bir sessizlik vardı. Herkese teşekkür ettikten sonra adımlarını, salondan ayrılmak üzere birbiri ardına attı. Dinleyiciler dışarıya doğru grupça çıkıyordu. Biri hariç. Arkasından gelen adımların sahibinin kendisine seslenmesiyle duraksadı. “Hocam, yapacağınız bu yolculuğun sonunda deneyimlerinizi paylaşacak mısınız? Eminim faydalanmak isteyen bi

İNTİKAM - POLİSİYE

  İNTİKAM - POLİSİYE Bu anlatılan esrarengiz vaka henüz dedektif Nazım'ın istifasından önce yaşandı. Pencere kenarındaki masasında oturmuş bilim dergisini okuyordu. Bir süre sonra gözlerini önündeki derginin satırları arasından alarak dışarıyı seyre koyuldu. Bu mevsim, şehrin son zamanlarda yaşadığı en sert soğuk ile birlikte uğramıştı. Bahçede kar tanelerinin birbirine kenetlenerek örttüğü kaldırımlarda hızlı bir şekilde kimi bulunduğu binaya doğru kimiyse tam aksine hareket eden şemsiyeler ve şemsiyeler arasında arada bir görünen hareketli kafalar beliriyordu. Ardından siyah bir otomobilin ağır ağır bahçe yolunda ilerlediğini gördü. Gelen Buket başkomiserdi. Gözlerini yeterince dinlendirdiğini düşünen Nazım tekrar dergisine döndü. Bir süre sonra elinde dumanı tüten iki kahve fincanıyla birlikte Buket belirdi. Nazım'ın bu kadar erken saatte merkeze gelmiş olmasına alışkın olduğunu gösteren bir gülümseyişin ardından masanın önündeki sandalyeye çöktü. "Söyle bakalım, bu